Mustafa Gökkaya köşe yazısı

featured

ÖĞRETMEN MEZATI AÇMIŞLAR

Bu gün değerli öğretmenlerimiz adına köşe yazımı doldurmak istedim. Geçen hafta, 30 yıl sonra ilkokul öğretmenimle görüşme fırsatım oldu. Onu gördüğümde kalbim göğüs kafesime dar gelmişti. Allah’ıma şükürler olsun ki çok mutlu olduk.  Sanki aramıza 30 yıl girmemiş gibiydi. Bir anne şefkati ile sarılmıştı yine. O benim idolümdü. Binlerce öğrencisi olmuş ama hiç sevgisi eksilmemişti. Ana babamızın ‘’eti senin kemiği benim’’ denen öğrencilerdik. Belki biz geçmiş zaman öğrencileri olduğumuzdan mıdır nedir!   Tabi ki bizimde psikolojimiz, bizimde ergenliğimiz vardı ama şartlar öğretmenimizin ‘’tornasında’’ yetişmeye uygundu. O devirde öğretmenler kıymetli idi. Bu kadar sosyal medya yoktu. Gerçek bilgileri ondan öğreniyorduk. Anneme, üstündeki kazağını sat okut bu çocuğu demişliği vardı. O zamanlarda toplumun en ileri geleni öğretmendi.  Çünkü doğalgazı, kaloriferi olmayan bir köy ilkokulunda bizi acımasız hayata yetiştirmek her babayiğidin harcı değildi. Şimdi emekli olmuş. Allah eksikliğini göstermesin. Hangi kelimeler bir öğretmenin emeğini, özverisini anlatmaya yeter ki?

Bu arada öğretmen olan dostlarım la da irtibatı kesmemeye çalışıyorum tabi ki. Bazen bir öğrencisinin ihtiyacını gidermek adına, bazen yeni bir okul kütüphanesi için, bazen de değişik sosyal faaliyetleri için arayan güzel insanlar var hayatımda. Onlarla sohbet etmek keyifli olsa da çok yorgunlar. 5 yıllık yeni bir öğretmende 35 yıl hizmet etmiş öğretmen yorgunluğu var. Kim öğretmenlerimizi bu kadar yordu dersiniz? Konunun içinde boğulmadan irdeleyelim! Belki velilerimiz bize haksızlık ediyorsun diyebilirler. Elbette eleştiriye de açığım.

Her sabah çocuğunu okuluna bırakan velilerin eve dönüşlerini gözlemliyorum. Sanki bombayı okula bırakmış kaçıyorlar. Sanki kendi hayatını yaşamak için birinden kurtuldu. Sıra öğretmende, biraz da o bakacak çocuğa. Gözü arkada da değil. Çünkü teneffüste bile okul bahçesinde, merdivende, sınıf aralarında,  hâsılı okulun her yerinde nöbet tutan hesap soracağı öğretmen var.  Ama unuttukları ve farklı olan bir şey var. O torna atölye eskisi gibi değil. Bizim bildiğimiz gibi değil. Her şey değişmiş. Veli değişmiş, öğrenci değişmiş. Ne veli ne öğrenci tornaya sokulmamış, öğretmen tornaya sokulmuş. Ha bire öğretmene şekil vermeye çalışıyoruz cahil aklımızla.

Kendi çocuğuna sus dur diyemeyen binlerce aile var. İstiyorlar ki çocuğuna ailenin evde vermesi gereken ahlakı da eğitim arasında kaktırıversin şırıngayla. Az bi öğretmen kaşlarını çatsa, yüksek sesle ders anlatsa, susmayan sınıfa bağırsa çocuğumun psikolojisi diyorlar!( evde karı koca yüksek sesle kavga ederken bozmadıklarını düşündükleri psikolojiyi) Vay efendim benim çocuk neden arkada oturuyor, psikolojisi bozuldu! (Zaten gözü az göreni, az işiteni, kısa boyluyu ön sıraya oturtup eğitim verme lüksü yok öğretmenin) Vay efendim çocuğum ergenlikte!( He bi senin beben ergen oluyor) Vay efendim internetten baktım şu kaynak daha iyi (Sanırsın internette her yazan doğru, sanırsın o öğretmenden daha iyi biliyor)! Gece 23 de arayıp öğretmenden her konuda bilgi alması lüks sayılmıyor(Öğretmenin de bir aile hayatı yok sanıyor, hatta onu yok sayabiliyor). Kendinin en fazla 3 çocuğu var öğretmenin çoluğu çocuğu yok zannediyor. Oysaki bir sınıf öğretmeninin en az 70-80 öğrencisi var ve her öğrencisi hakkında fazlasıyla bilgi sahibi. Hangi öğrencisinin kaç kardeşi var, ekonomik durumu, hastalığı… Vs. gibi. Aileler çocuklarından kurtulmanın yolunu bulmuş, ya okula gönderecek ya da el kadar bebeye vermiş cep telefonunu versin oyunun videonun gözüne. Ders çalıştırması ne mümkün. Bu eğitim sisteminde de kalmak zaten yok. 4 işlemi yapamayan 8. Sınıftan mezun olabiliyor. Düşük not verirsen de psikolojisi bozuluyor ya bizim ağanın çocuğunun. Dikenin içinde büyütüp vermiş okula, pamuklara sardım da teslim ettim edasında bir tavır.

Eğitimin ailede bir hazırlık süreci yok mu kardeşim! Neden şımarık bu çocuklar. Aileden yeterli terbiyeyi alamayan bu çocuklara okulun ders vermesi lazım ama ne mümkün. Arada aile terbiyesi almış çocuklar da dersine adapte olamayarak bedel ödüyorlar. Çocuğa dokunsan ana baba okula üşüşüyor, beceremedikleri terbiye için yüzleri kızarmadan. Öğretmeni öğrenci değil demek ki önce veliler yoruyor.  Peki öğretmenler ne yapacak?

Eğitim sistemi hem devire hem öğrenciye ayak uyduramaz durumda. İnternet, telefon, televizyon çıkmış öğrenci profili değişmiş, sistem halen eskimedi mi ağalar? Eskiden sorarlardı büyüyünce ne olacaksın? Öğretmen derdik. Şimdi niye densin ki bu itibarsızlık ve bu alınan maaşla.

Bakanlıktan müfettişler gelmiş okullar denetleniyor. Peki bu denetmenler mesela, bir öğretmenin öğrencisine sınav kazandırması, ya da başarı yüzdesi ile de ilgileniyorlar mı? Bir sürü sebepten psikolojisi bozulan öğretmeni motive eden kim! Ya da motive eden var mı? Ben bilmem Öğretmenin itibarını geri versin birileri kardeşim. Çocuklarınız yeteri kadar öğretmeni yoruyor bir de veliler olarak yormayın. Sese aşırı duyarlı oluyorlar öğretmenler bir sorun kendinize neden acaba!(On dakika bile bir çocuğunuzun sesine tahammül edemeyen sizler). Bir milyondan fazla öğretmen olan ülkemde, tabi ki idealist olmayan öğretmen de vardır haliyle ama idealist öğretmenleri de haraç mezat harcamayın, harcatmayın. Ülkemde terör varsa, ekonomik sıkıntı varsa, her gördüğümüzü hoca zannediyorsak, teknolojiyi batıdan satın alıyorsak sorun eğitimdir. Öğretmenler sessiz çığlıklar atıyorlar kimsenin umurunda değil.

1982 yılıydı. Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nun 2. sınıf öğrencileri Türkiye Ekonomisi dersinin hocasını bekliyorlardı. Az sonra sert görünümlü hoca kapıda belirdi. Kürsüye geçti, eline tebeşiri aldı, tahtaya kocaman bir (1) rakamı çizdi; “Bakın!” dedi. “Bu ‘kişilik’tir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…” Sonra (1)’in yanına bir sıfır (0) koydu: “Bu, ‘başarı’dır” dedi. “Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar.” Bir (0) daha… “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz.” Sıfırlar böyle uzayıp gitti: Yetenek… disiplin… sevgi… Eklenen her yeni (0)’ın, kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlattı hoca… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i sildi. Geriye bir sürü sıfır kaldı. Ve hoca şu yorumu yaptı: “Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir.!” Sınıf, mesajı alıp sessizliğe gömülmüştü. 38 yıl önce öğrencilerine kişilik dersi veren o sert hocanın adı Devlet Bahçeli’ydi.  Bende diyorum ki o baştaki 1 öğretmendir, onun kişiliğini özgürlüğünü ağırlığını itibarını geri vermez isek diğerleri sıfırdır. Bütün öğretmenlerimize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Mustafa Gökkaya köşe yazısı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir