Eren, Agah Bey’in verdiği tarifle Samat Köyü’nün doğusundaki tepeye doğru tırmanmaya başladı. Kar, gece boyunca toprağın üstünü örterek manzarayı beyaz bir örtüye çevirmişti. Soğuk hava kemiklerine kadar işlerken, sırt çantasına sarılmış, adımlarını dikkatle atıyordu. Gökyüzü berraktı; yıldızlar sanki yere daha yakınmış gibi parlıyordu.
Zirveye ulaştığında durdu. Altın tabletteki yıldız desenlerini çıkarıp gökyüzüyle karşılaştırdı. Orion takımyıldızı en belirgin olanıydı. Tabletteki dizilimlerle gökteki yıldızların yönlerini eşleştirdi. Yavaşça döndü, başını eğerek diz çöktü. Tam o açıdan bakınca, karla kaplı taş zeminde çatlak gibi görünen bazı çizgilerin birleşerek spiral şekilli bir sembol oluşturduğunu fark etti.
Sıradan bir bakışla oraya bakan biri, çatlak ya da doğal aşınma sanırdı. Ancak Eren, bu spiral sembolü daha önce Keçi Kalesi’ndeki taş kapı üzerinde görmüştü. Aynı işaret… Kratia’nın simgesi…
Ayağa kalktı. Spiral sembolün merkezini işaretledi. Çantasından çıkardığı fırçayla karları dikkatlice süpürdü. Yüzeyin tam ortasında hafifçe içe göçük dairesel bir taş vardı. Belirgin değildi; ancak dikkatli gözden kaçmazdı. Eren, yavaşça oraya bastı. İlk anda bir şey olmadı.
Sonra tüm ağırlığını dikkatlice spiral merkeze verdi.
Taş, ağırlığın etkisiyle eğildi. Merkezden dengeli desteklenmiş yapının terazisi değişmişti. Derin bir “tık” sesi duyuldu. Hemen ardından taş kapağın bir kenarı yukarı doğru hafifçe kalktı; diğer kenarı aşağı doğru süzüldü. Yerçekimiyle çalışan eski bir mekanizmaydı bu… ve hâlâ sorunsuz işliyordu.
Eren, kapağın açılan tarafını tutarak ağır taşı daha da yana itti. Altında, taş merdivenlerle aşağı inen dar bir geçit ortaya çıktı. Soğuk ve kuru hava yüzüne çarptı. El fenerini çıkardı, düğmesine bastı. Işık, nemli taş duvarlara çarparak içeriyi aydınlattı.
Odanın duvarında sade bir harita vardı. Gerede’nin çevresi kabartma hâlinde işlenmişti. Tam ortada Gerede Gölü’nün bulunduğu yer alıyor, gölün üzerine göz şeklinde bir işaret kazınmış duruyordu. Altında tek bir satır:
“Su donduğunda gerçek görünür.”
Haritanın hemen altında, oyuk bir taş haznede Eren’in daha önce hiç görmediği büyüklükte bir altın mühür duruyordu. Ağırlığı, işçiliği ve üzerindeki Kratia sembolüyle başlı başına bir servetti. Eren bir an durdu. Herkesin yıllarca aradığı, belki de uğruna kazılar yaptığı şey buydu. Ama onun için bu sadece bir parça idi — bir ipucu.
Mührü dikkatle yerine koydu. Ardından taş kapağı kapatıp izlerini örttü.
Şimdi sıradaki adım belliydi: Gerede Gölü.
(Devam edecek)