Çocukluğumuzda Pazar günleri Esentepe’ye giderken görürdük: Yolun solundaki hapishanenin bahçesinde tel örgüler arkasında bıyıklı, kasketli adamlar sigara tüttürürlerdi. Başlarında silahlı jandarmalar olurdu. Sonradan anladık ki bunlar mahkûmlardı ve bahçeye havalandırmaya çıkmışlardı. Gel zaman git zaman Gerede mahpushanesi köreldi. Müşteri (!) gelmez oldu. 1975 yılının meşhur Ecevit olaylarında Geredeli hemşehrilerin birbirlerini şikâyetleri sonucu, çoğu rahmetli olan 25-30 kişi o hapishaneye girdi. Gerede Hapishanesi Türkiye gündemine oturdu. Aralarında arkadaşlarımız, hocalarımız vardı. Hepsini tanıyorduk. O tel örgülerin arkasında bu sefer onları görür olduk. İçimiz kanadı. Bir ay kadar kaldılar. Ankara DGM’ye götürüldüler, ilk celsede hepsi beraat ettiler. Ankara’dan Gerede’ye gelişlerinde bayraklarla, alkışlarla omuzlarda karşılandılar.
Daha sonra sanırım rahmetli Mehmet Şevket Eygi 163’ten bir süre yattı burada. Üstad Necip Fazıl Kısakürek de mahkum olduğunda kafasını dinler düşüncesiyle Gerede Hapishanesi’nde kalması önerildiğinde “Gerede soğuktur gelmem” diyerek teklifi kabul etmediğini ilk elden duymuştum. Bilmiyorum Gerede Hapishanesi’nde başka meşhurlar kaldı mı?
Meşhur hapishane deyince eski Sinop ve Sultanahmet Cezaevleri unutulmaz. Ne idamlıklar, ne fikir suçluları burada kaldılar. Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Yılmaz Güney, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Kemal Tahir ve adını hatırlayamadığım onlarca ünlü bu iki hapishanede kalmışlardır. Hapishane hayatı başlı başına bir romandır. Asıl çileyi, eziyeti onlar çekiyorlar. Mahkûmla beraber, dışarıda kalanlar da mahkûm hayatı yaşıyor. İslam ceza hukukunda pek hapishane cezası yok. Olsa da kısa süreli. Suçlu bizzat sopa yiyerek veya değişik uygulamalarla cezasını çekiyor. Eşi, çocukları, ailesi cezadan pek etkilenmiyor.
*
Nice din adamlarımızın, fikir önderlerimizin, şair ve yazarlarımızın hapishaneleri doldurması, onlara çektirdiğimiz eziyetler bizim ülke olarak ayıbımız. İnşallah bu saydıklarım yok olur da tam anlamıyla hürriyetlerin yaşandığı bir ülke oluruz.
*
Şair M. Akif İnan bir şiirinde;
“Dönüştür kalbim bahçeli eve
Anlamı ezen o makinaları” diyerek bahçeli evlere duyulan özlemini dile getirir.
Ben de “Dönüştür Rabbim o soğuk duvarları
Gazzeli çocukların çiçek tarlalarına”
diyorum. Herkesin bir ütopyası var. Benim de ütopyam ülkemin cezaevlerinin bomboş olması.
*
Bu arada geçtiğimiz günlerde vefat eden Ulucanlar Cezaevi eski müdürü Vehbi Camgöz’e Allah’tan rahmet diliyorum. Yazıya başlarken maksadım Kent Müzesi’ni anlatmaktı. Fakat mahpushane muhabbeti bizi aldı götürdü. İnşallah ikinci yazıda Kent Müzesi’nden söz edeceğim.