Geçen yazımızdaki bitmeyen hapishane muhabbetini bırakıp müze konusuna geçelim. Biliyorsunuz bir süre önce, kapalı olan hapishane şehir müzesine çevrildi. Epeydir gezmek istediğim müzeyi, gezmek kısmet oldu. Yanımda tevafuken; burası hapishane iken 80’li yıllarda 5 yıl kadar burada görev yapan bir infaz koruma memuru vardı. Onun açıklamalarından da faydalandım. Biliyorsunuz Gerede kadim bir şehir. Eski kuruluş yıllarında şehir, Arkut dağı eteklerinde Keçi Kalesi civarında mukim. Hapishane, o zaman şehirden uzak olsun diye bugünkü yerine yapılıyor. Değişik tadilatlarla günümüze kadar geliyor ve mülkiyeti Belediyeye ait. Ben bu hapishanede orman suçluları, kız kaçırma suçluları vb. hafif suçlular kalıyor diye biliyordum. Bu bilgim yanlışmış. Özellikle 80-90’lı yıllarda Hizbullah, PKK’dan tutun ağır suçlulardan hükümlü problemli mahkûmlar gönderilmiş. İçeriye girdiğimde koğuşların çok küçük olduğunu gördüm. O yıllarda ranza usulü her koğuş odasında 7-8 kişi kalıyormuş. Ortaya bir de soba kurduğunuzda adım atacak yer kalmıyor. Artık olacakları siz düşünün.
*
80’li yıllarda İstanbul Bayrampaşa (Sağmalcılar) Cezaevi’nden Gerede Cezaevi’ne nakledilen merhum Mehmet Şevket Eygi, 7 Ekim 2017 tarihli Milli Gazete’de bu nakli ve cezaevi günlerini şöyle anlatıyor:
“1984’te, Sağmalcılar cezaevinden, ellerim ayaklarım zincirli olarak sevk otobüsü ile Gerede cezaevine 25 mahkûm ile birlikte nakl edildim. Yolda su, ekmek, ilaç vermediler. Yazılarımdan dolayı haksız yere mahkûm edilmiş bir fikir suçlusu idim ama hiç acımamışlardı. Beni vatandaş olarak görmüyorlar, düşman olarak görüyorlardı.
Yaşlı ve hasta annem ziyaretime gelemiyordu. Dostlarımdan birkaç kişi İstanbul’dan otobüsle ziyaret günü gelmişlerdi ama vesayet rejiminin savcısı, benim soyadımı taşımadıkları için ziyarete izin vermemişti. Zavallılar onca yorgunluktan sonra görüşemeden geri dönmüşlerdi.”
İşte Gerede Cezaevi böyle günler sonrası boşaltıldı. Hapishane içindeki bazı yazılarda, boşaltılma sebeplerinden birisi olarak hapishanenin yanında bir öğretim kurumunun (lisenin) olması gösteriliyor. İlginç. Demek ki sakıncalıymış.
*
Gelelim bugüne. Belediye isabetli bir kararla burayı müze haline getirdi. Yanda bulunan kadınlar bölümü de kafe haline getirilecekmiş. İyi olur. Hatta millet kıraathanesi yapılması, çayların ucuza veya bedava verilmesi daha uygun olur. Milleti hapsederken yıllar sonra millete çay dağıtımı güzel bir jest olur.
*
Müzeyi gezdim. İçerdeki malzemelerin, fotoğrafların zenginleştirilmesi çoğaltılması gerekiyor. Bunların sergilenmesi için avludaki duvarlardan faydalanılabilir. Gerede çok eski, kültürel zenginliğe sahip bir şehir. O dokümanlardan, malzemelerden 30-40 kat fazla eşya toplanır ve sergilenir. O zaman gezmeye doyum olmaz bir müze karşımıza çıkar. Tabi müzecilik, eşyaları uluorta sergilemek değildir. Bu iş ilim işidir. Profesyonel müze düzenleyicilerinden, küratörlerden istifade edilebilir. Bir de dilbilimci olarak, bir Türk dili sevdalısı olarak buranın adının “Kent müzesi” değil “Şehir müzesi” olmasını gönlüm arzular. Orası belediyenin bileceği bir iş. Benden söylemesi. Kalın sağlıcakla.
Yazarımız Mehmet Karagözoğlu’nun hâtıra ve denemelerinden oluşan Bir Nebze Değindim kitabını internetten KDY Yayınları’ndan (Kitapyurdu.com) veya Dede’nin Oğlu kitap dükkânından indirimli temin edebilirsiniz.