Yeni Dünyaya Seyahat 2 – 2
Yeni Dünyaya Seyahat 2 – 1’ den devam.
Kıraathane
İki tarafındaki raflarda kitaplarla dolu şömine benzeri bir yapının önündeki büyükçe bir sehpanın
etrafına oturmuştuk. Kahvelerimizi içerken önümde sehpa üzerinde duran iki kitap ilgimi çekti. Birini
alarak sayfalarını çevirmeye başladım. İngilizce olan kitapta yazılanları anlamaya çalışıyordum ama,
kelimelerin çoğunu unutmuşum. Burada hatırıma daha önce izlediğim bir video geldi. Rahmetli Doğan
Cüceloğlu ABD’deki doktora sınavında yaklaşık altı yüz sayfayı okumak için yaptığı çalışmayı bir
konuşmasında özetle; ”Ben İngilizceyi biliyorum sandım, bu nedenle danışmanım da yok. Üç ders için
verilen sayfaları okumaya başladığımda bir saatte üç sayfa okudum, on saate otuz sayfa yapar, yirmi
dört saat yemeden içmeden, yatmadan okusam o sayfaları bitirmem mümkün değil, paniğe kapılıp,
derin bir umutsuzluğa girdim. ” diyor ve doktorayı bitiremeyeceğinin çaresizliği içindeyken rahmetli
annesinin “ yavrum kıyma canına” diye seslendiğini hissederek gözyaşlarına boğuluyor ve sonra
toparlanıp iyice öğrenmek için ısrarla İngilizce çalışmaya başladığını ve okuduklarının tamamını
anlayarak saatte on yedi sayfa okuyabilir hale geldiğini ve sömestre sonundaki sınavlarında bir derste
A diğer iki dersten B notu aldığını anlatıyordu. https://www.youtube.com/watch?v=1hgYOlTSItQ
İşte böyle bizim okullarımızda İngilizce gibi yabancı diller dilbilgisine dayalı ama pratiği yok denecek
şekildedir. Bu yarım yamalak yöntemle yabancı dil öğretildiğini, öğrenildiğini sanırız. Neticede
öğrendiğimizi sandığımız dilbilgisi ile bir cümle kurmak istediğimizde kılı kırk yararız, meramımızı
anlatıncaya kadar “Atı alan Üsküdar’ı geçer” gider. İstisnalarla öğretenler dışında eksik bir öğretim
sistemimiz var. Yine de bize lise yıllarımızda derste sadece İngilizce konuşarak ve bizim de sadece
yarım yamalak ta olsa İngilizce konuşmamızı isteyen öğretmenimizden öğrendiklerim benim fakültede
İngilizceyi kolaylıkla geçmemi sağlamıştı. Sağlamıştı ama “Gözden uzak olan gönülden de uzak olur ”
misali konuşmadan, okumadan, dinlemeden uzak olan da, dili unutup gidiyor işte.
Neyse konuya döneyim. Dili ne olursa olsun kitaplar beni çekiyordu. Birinci kitabı bıraktım, ikinciye
göz gezdirmeye başladım. Bu bir röportaj (Yazarın, bir konuyu inceleyip araştırarak kendi görüşlerini,
yorumlarını eklediği yazı) kitabıydı. Amerikalı bir kadın gazeteci o yıllarda bazı devlet başkanlarıyla
yaptığı röportajları bu kitapta toplamıştı. Kitabın ortalarına doğru bir sayfada Kemal ismini görünce
ilgim daha da arttı bu bölümü başından itibaren incelemeye başladım. Gladys Baker isimli gazeteci,
Mustafa Kemal Atatürk’le yaptığı röportajı “I Had To Now” isimli kitabında yirmi sayfada anlatmıştı.
İlgimizi çeken kitabın bazı bölümlerini damadım okuyup tercüme etti.
Gazeteci kadın çağın diktatör devlet adamları içinde nitelendirdiği Mustafa Kemal Atatürk’ün
ölümünden üç yıl önceki hayatının kısa bir bölümünü o zamanki ruh halini, onunla yaptığı gezi ve
söyleşilerinde gözlemleyip yazmıştı. Başlangıçta görüşmek için çok zor randevu aldığını, ama sonra
yemek ziyafetleri, eğlenceler, yat gezileri, hediyelerle tamamlanan bir çalışma gerçekleştirdiğini, o
sırada Atatürk’ün yaşantısının nasıl olduğunu bir gazeteci gözüyle yorumlayarak anlatmıştı.
Daha ayrıntılı okumak amacıyla kitabı internetten arayıp bir eski kitap satıcısından aldık.
Devam edecek.