Allah Yolunda VI-BÖLÜM
Peygamberin İzinde Vuslat: Medine Son
Durak
Peygamberimizin İzinde Kutsal Mekanlar: Medine Yolculuğunun Son
Durağı
Satırlarımızda bize eşlik eden sevgili dostlar, “Allah’a Giden Yolda, Peygamberin İzinde Bir
Kavuşma Hikayesi” başlıklı köşe yazımızın bu altıncı bölümünde, Medine’deki manevi
yolculuğumuzun son durağına geliyoruz. İlk beş bölümde Mekke’den Medine’ye uzanan
kutlu yolculuğumuzu, Medine’nin manevi atmosferini, Peygamber Efendimizin (sav)
kabrine kavuşma anımızı, Mescid-i Nebevi’nin manevi iklimini sizlerle paylaşmıştık. Bu
bölümde ise, Peygamber Efendimizin (sav) “cennet bahçelerinden bir bahçe” olarak
müjdelediği Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret edecek, Uhud Savaşı’nın izlerini taşıyan Uhud
Dağı ve Okçular Tepesi’ni gezeceğiz. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun izlerini taşıyan
Hicaz Demiryolu’nun tarihi tren garını da ziyaret ederek, tarihin derinliklerine doğru bir
yolculuk yapacağız. Bu kutsal mekanlarda yapacağımız yolculukta, Peygamberimizin (sav)
hatıralarıyla dolu anlar yaşayacak, İslam tarihimizin önemli olaylarına tanık olacağız. Uhud
Dağı’nda dünyanın dört bir yanından gelen müslümanlarla buluşacağız. Özellikle
Nijerya’dan gelen kardeşlerimizin samimiyeti ve coşkusu, yolculuğumuzun her anına ayrı
bir anlam katacaktır. Uhud Dağı’nda onlarla yaşayacağımız unutulmaz anlar, bu yolculuğun
en kıymetli hatıralarından biri olacak Peygamberimizin (sav) hatıralarıyla dolu anlar
yaşayacak, İslam tarihimizin önemli olaylarına tanık olacağız.
Ravza-i Mutahhara: Cennet Bahçelerinden Bir Bahçe: Vuslat
Medine’deki ziyaretimizin en özel anlarından biri, Peygamber Efendimizin (sav) “cennet
bahçelerinden bir bahçe” olarak müjdelediği Ravza-i Mutahhara’yı ziyaret etmekti. Ancak,
bu mübarek mekana ulaşmak günümüzde randevu sistemiyle mümkün. İlk randevumuzu
heyecanla almıştık, fakat beklenmedik bir aksilik sonucu randevumuza yetişemedik. Bu
durum, içimizde derin bir üzüntüye neden oldu. Peygamberimizin (sav) huzuruna çıkma
fırsatını kaçırmış olmanın hüznüyle doluyduk.
Fakat umudumuzu kaybetmedik. İkinci bir randevu almak için büyük çaba sarf ettik.
Nihayet, gece saat 3’e bir randevu alabildik. Hiç uyumadan, büyük bir heyecanla
hazırlanmaya başladık. İçimizde tarifsiz bir heyecan ve sabırsızlık vardı. Sanki, sevgilimize
kavuşacakmış gibi bir heyecan içindeydik.
Mescid-i Nebevi’ye vardığımızda, gecenin o saatinde bile kalabalık vardı. Herkes, aynı
amaçla, Peygamberimizin (sav) huzuruna çıkmak için toplanmıştı. Ravza-i Mutahhara’ya
girdiğimizde, sanki zaman durdu ve içimizi tarifsiz bir huzur dalgası kapladı.
Peygamberimizin (sav) manevi varlığı, bu mübarek mekanda adeta elle tutulur gibiydi.
Normalde misafirlerin 15-20 dakika gibi kısa bir süre zarfında ziyaretlerine müsade edilen
bu mübarek yerde, Rabbimin bir lütfu olarak 3,5 saat kalabilme şerefine nail oldum. Bu,
kelimelerle ifade edilemeyecek kadar kıymetli bir zaman dilimiydi.
O anlarda, zamanın ve mekanın ötesinde bir boyutta gibiydim. Peygamberimizin (sav)
huzurunda, O’nun manevi ikliminde, cennet bahçelerinden bir bahçede bulunmanın verdiği
huzur ve mutluluk, ruhumun derinliklerine işledi. Gözyaşlarım, dualarımla birlikte Rabbime
yükseldi. Peygamberimize (sav) salavatlar getirdim, O’nun şefaatini diledim. Her anı,
kalbime kazınan unutulmaz birer anı olarak sakladım. Özellikle ilk randevumuza
yetişemeyip, ikinci randevumuzda gece vakti zorluklarla o mübarek yere ulaşmamızın
verdiği manevi haz tarif edilemezdi. Ravza-i Mutahhara’da geçirdiğim o 3,5 saat, hayatımın
en değerli anlarından biri olarak kalacak.
Uhud Dağı ve Okçular Tepesi: İman ve Fedakarlık Sembolleri: İtaatin
Önemi
Medine’deki bir diğer önemli durağımız, Uhud Dağı ve Okçular Tepesi oldu. Uhud
Savaşı’nın yaşandığı bu kutsal mekanlar, iman ve fedakarlık sembolleri olarak tarihe
geçmiştir. Uhud Dağı’na tırmanırken, Uhud Savaşı’nda yaşananları düşündük.
Peygamberimizin (sav) sancaktarları olan Uhud şehitlerinin fedakarlıklarını ve cesaretlerini
hayranlıkla andık.
Okçular Tepesi, Uhud Savaşı’nda Müslüman ordusunun stratejik bir noktasıydı. Peygamber
Efendimiz (sav), savaşın kritik anlarında düşman süvarilerinin arkadan saldırmasını
önlemek amacıyla Abdullah bin Cübeyr komutasında 50 okçuyu bu tepeye yerleştirmişti.
Onlara verdiği emir çok netti: “Savaşın sonucu ne olursa olsun, yerlerinizi terk etmeyin.”
Başlangıçta okçular, düşman süvarilerinin saldırılarını püskürterek savaşın seyrini
etkilediler. Ancak, savaşın Müslümanların lehine döndüğünü düşünen okçuların çoğu,
ganimet toplamak için tepeden ayrıldılar. Okçuların tepeden ayrılmasını fırsat bilen
düşman süvarileri, arkadan dolaşarak Müslüman ordusuna saldırdılar. Bu ani saldırı,
savaşın seyrini değiştirdi ve Müslüman ordusu zor durumda kaldı. Peygamber Efendimiz
(sav) de dahil olmak üzere birçok Müslüman yaralandı ve 70 Müslüman şehit oldu.
Okçular Tepesi, emre itaatin önemini vurgulayan bir semboldür. Peygamber Efendimiz
(sav)’in stratejik dehasını ve savaş taktiklerini gösterir. Müslümanlara, zafer anında bile
dikkatli olmaları ve emirlere uymaları gerektiğini hatırlatır.
Okçular Tepesi’ne çıktığımızda, Peygamberimizin (sav) stratejik dehasını ve sahabenin
itaatini bir kez daha idrak ettik. Okçular Tepesi, Uhud Savaşı’nın dönüm noktası olmuş ve
Müslümanlara önemli dersler vermiştir. Uhud şehitlerinin kabirlerini ziyaret ederek, onlara
dualar ettik ve Rabbimizden onlara rahmet diledik.
Uhud Dağı’nda Unutulmaz Bir An: Nijeryalı Kardeşlerimizle Dua ve
İlahiler
Uhud Dağı’nın zirvesine doğru ilerlerken, Okçular Tepesi’nin hemen üstünde toplanmış bir
grup dikkatimizi çekti. Yaklaştığımızda, Nijerya’dan gelen Müslüman kardeşlerimizin
yöresel kıyafetleriyle huşu içinde dua ettiklerini gördük. Güneşin batışına yakın o
saatlerde, tepe adeta manevi bir atmosferle dolmuştu. Kardeşlerimiz, kendi dillerinde
dualar ediyor, şiirler ve ilahiler söylüyorlardı. Seslerindeki samimiyet ve coşku, kalplerimizi
derinden etkiledi.
Onların bu samimi törenine katılmak, bizler için de unutulmaz bir deneyim oldu. Birlikte
dualar ettik, ilahilere eşlik ettik. Güneşin batışının o muhteşem manzarası eşliğinde,
yükselen dualar ve ilahiler, ruhumuzu adeta arındırdı. Farklı coğrafyalardan gelmiş olsak
da, aynı inanç ve aynı duygularla bir araya gelmiştik. Bu an, İslam kardeşliğinin ne kadar
güçlü olduğunu bir kez daha hatırlattı bize.
Nijeryalı kardeşlerimizin yöresel ezgileri ve duaları, Uhud Dağı’nın o tarihi atmosferine
farklı bir boyut katmıştı. Onların samimiyeti ve coşkusu, bizlere de ilham verdi. O anlarda,
Uhud şehitlerinin fedakarlıklarını ve Peygamber Efendimizin (sav) mücadelesini daha
derinden hissettik. Güneşin batışıyla birlikte, o manevi atmosferde kalplerimiz huzurla
doldu. Nijeryalı kardeşlerimizle yaşadığımız bu an, Uhud Dağı ziyaretimizin en özel
anılarından biri olarak hafızalarımıza kazındı.
Hicaz Demiryolu: Sultan II. Abdülhamid’in İhtişamlı Mirası
Medine’deki son durağımız, Sultan II. Abdülhamid’in emriyle hayata geçirilen Hicaz
Demiryolu’nun tarihi tren garı oldu. Bu proje, sadece hacıların kutsal topraklara ulaşımını
kolaylaştırmakla kalmadı, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun İslam dünyasındaki
nüfuzunu artırmayı ve bölgedeki stratejik hareketliliği hızlandırmayı amaçladı.
1900 yılında başlayan ve 1908’de tamamlanan bu devasa proje, Şam ile Medine arasında
1.322 kilometrelik bir demiryolu hattını kapsıyordu. Daha sonraki eklemelerle bu hat 1.900
kilometreye ulaştı. Sultan II. Abdülhamid, Peygamber Efendimiz’e (sav) olan derin
saygısından dolayı, demiryolunun Medine’ye yakın kısımlarında inşaatın sessiz ve özenli bir
şekilde yapılmasını emretti.
Tarihi tren garını gezerken, adeta zaman tünelinde bir yolculuk yaptık. Osmanlı
İmparatorluğu’nun izlerini taşıyan bu mekan, bizlere sadece geçmişi değil, aynı zamanda
geleceğe dair umutlarımızı da tazeledi. Hicaz Demiryolu, coğrafi mesafeleri kısaltmanın
ötesinde, farklı coğrafyalardaki Müslümanlar arasında manevi bir köprü kurdu.
Bu demiryolu, Osmanlı’nın İslam dünyasına bıraktığı eşsiz bir mirastır. Sultan II.
Abdülhamid’in vizyonu ve azmiyle hayata geçen bu proje, imkansız gibi görünen hedeflere
inanç ve iradeyle ulaşılabileceğini gösterdi. Osmanlı’nın medeniyet ve teknolojiye verdiği
önemi de simgeleyen bu eser, geçmişten aldığımız ilhamla geleceğe daha güçlü adımlarla
ilerlememiz gerektiğini hatırlatıyor.
Sevgili okuyucular, bu bölümde Medine’deki manevi yolculuğumuzun sonuna geldik. Bir
sonraki bölümde, Peygamber Efendimiz’e (sav) veda edeceğiz. Kutsal topraklardan
ayrılırken kalbimizde hissettiğimiz duyguları, sonsözümüzü ve bu unutulmaz yolculuğun
bizde bıraktığı derin izleri sizlerle paylaşacağız. Peygamber Efendimiz’e (sav) veda ederken,
O’nun (sav) sünnetine sımsıkı sarılma ve O’nun (sav) izinden gitme sözümüzü bir kez daha
yineleyeceğiz. Kutsal topraklara veda ederken, kalplerimizde bir hüzün olsa da, bu
mübarek topraklardan aldığımız manevi güçle dolu olarak ayrılacağız.