…Meryem’in çilesi, İsa’nın (as) dili, Muhammed Mustafa’nın (as) teselligahı…
Ne çok hüzün var bağrında. Gözyaşı denilince ilk akla gelen sensin. Sahip çıkanların hep az. Ümmet seni dert edinmeyi bir türlü bilemedi. Bilmiyorlardı ki senin bulunduğun beldeyi bereketli kılan Allah hep seninleydi. Kullarını seninle imtihan ediyordu. Öyle sessiz bir bekleyiş ki bu, mahşere kadar sürecekti. Sen ki o dehşetli günde bir bir şahitlik edeceksin yanında olup bitenlere. İnsan nefsinden dahi kurtulmak istercesine kaçarken, seni görecek her bir köşede…
Allah’ın etrafını mübarek kıldığı belde de nehir yerine kan akıyor. Dedeleriyle oyun oynayan çocuklar, şimdi toprağın altında. Analar yavrularını doyurmadan aç bir şekilde toprağa verdiği için gözyaşını dindiremiyor. “Rüyama gelin vallahi sizi özlerim canlarım” diyerek yüreğine taş basıyor. Babalar ise evlatlarını korkutmamak için bombaları oyun sahnesine çevirmeye çalışıyor. Çocuk korkmasın ki cesur, iman dolu Ebu Ubeydeler yetişsin!
Zira yetişiyor da. Küçücük çocuklar nasıl bir iman taşıyor ki “Evlerimizi yıkarak bizi korkutacaklarını sanıyorlar!” diyerek zalime resmen meydan okuyor. İnsanlık Gazze’de ölmüyor dahası diriliyor. Canları pahasına terk etmiyorlar topraklarını. Çünkü biliyorlar ki Gazze düşerse Kudüs düşer, Kudüs düşerse İslam düşer. Allah’ın vaadi var. Kudüs asla düşmeyecek ama oradaki çatışmalar da hiç dinmeyecek! Şu andaki direnişi Gazzeliler gösteriyor. İslam; şimdi Gazzeli çocukların cansız bedenleriyle yükseliyor. Tüm dünya mazlumlara yapılan zulme karşılık, pis siyonistlere lanetler okuyor.
Peki biz neciyiz bu davada? Hiç mi rolümüz yok? Sadece ekran sevici ve merhamet edici olmakla sorumluluğumuz yerine gelmiş mi oluyor? Eğer başımızı yastığa koyduğumuzda Gazzelileri düşünmüyorsak, İslam aleminin ahvalini düşünmüyorsak, “Fe eyne tezhebün (Bu gidiş nereye)” demiyorsak vay bizim halimize!
“Boykotla bu iş olmaz, koskoca devletler senin almadığın deterjanla mı batacak!” diyen bet sesleri, duymak bile istemiyoruz! İbrahimin (as) ateşine su taşıyan karıncayı görenler de alay etmişti, bu kadarcık suyla mı söndüreceksin o ateşi diye. Ama Allah katında karıncanın gayreti değer gördü. Çünkü tarafını seçmişti. Gücü neye yetiyorsa onu yaptı. Biz de gücümüz neye yetiyorsa onunla mükellefiz. Sen bir deterjandan vazgeçmekle kirli olmazsın ama mazlum kardeşinin bedenini kana boyarsın. Bir kahve ile iştahını giderirsin, ama zalimin karnını da bir güzel doyurup, mazlumlara silah olursun. Devlet yapsın bize ne diyenlere de şunu hatırlatmakta fayda var.
Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret ettiğinde Yahudilerden zaman zaman eziyet gördü. Ancak onlarla beraber yaşamak zorundalardı. Bir strateji geliştirerek kendi pazarlarını kurmalarını emretti ashâbına ve böylelikle hem Müslümanlar kazanacak hem de mağdur olmayacaklardı. Ama bir devlet reisi olarak zaman zaman onlarla alışveriş yapmaktan da geri durmadı. Çünkü devlet stratejisi ayrıdır, halkın direnişi ayrıdır.
İsrailoğullarının Hz. Musa’ya (as) demesi gibi: “…Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” dememek gerekir. Mesele tüm insanlığın üzerine yüklenmiş kutsal bir vazife olarak görülmelidir. Aksi takdirde kaybeden yine insan olacaktır. Hasılı kelam duruştur mühim olan. Dert edinelim bu davayı. Hiçbir şey yapamıyorsak imanımızı kuvvetlendirme yoluna gidelim. Gidelim ki bizi görenler bizde dirilsin. İslam nasıl yaşanır ve savunulur öğrensin! Çünkü bu dava iman davasıdır. Bu dava İslam’ı diri tutma davasıdır. Yüreğindeki iman tohumlarını beslemezsen ne Gazze anlaşılır ne Kudüs fethedilir!
“…Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlamlaştır ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et!” Bakara Suresi/250. Ayet